özel bir gün


Özel bir gün bugün. Ne Roma'dayım ne filmimde Sophia Loren var ne papağanım uçtu ne de aşık oldum. Özel bir gün fakat Ettora Scola da çekmiyor bu günü. Sepya olması dışında hiçbir ortak noktası yok bu günün o günle. Özel bir gün, çünkü yılların yıllara tırnak geçirdiği, Kasım deyince aklımda çakan tek gün. Nazilli'de ilk gençlik şarkılarımız olan Kesmeşeker şarkılarının eşlik ettiği biralarımızla  tren garını inletip neyi kutladığımızı arkadaşlarımın bilmediği gün bu. Doğudan gelen liman treni de geçmişken üstelik. Zebercet'in otelinin elli metre ilerisinde ve hiçbir gecikmeli Ankara treninin gelmediği gar, Ankara'ya da direkt trenin olmadığı gar. Pekala örnekler çoğaltılabilir; geceleri bir yanımın hep gitmek istediği ama buradan başka gidecek yer olmadığı Kaş-Kalkan belediye plajı (deniz kumundan değil, çakıldan), Antalya'daki boktan AVM'nin üst katı (Dunkin’ Donuts ve Jeff Buckley'in olmadığı) ve pekala o dağdaki ladinler... Tüm bu marazi, tüm bu ikircikli savruluşların elbette ki ateşkesi olmalı. Kendimle kendim arasındaki ateşkes bir yana dursun, sürdürmeye devam ettiğim sessiz sürekliliği de içimde yoksunluğunu çektiğim her şeyi de doya doya yaşayacağım. Bende yarattığı yıkım, duyduğum acı kendi adıma pek mühim değil. Tek pişmanlığım, o merakın nerelere gidip, nasıl korkutacağı, nasıl ürküteceğiydi. Çünkü o döneme kadar İsmet Özel okumamıştım ve onun hastalıklı savrulmalarından almam gereken öğüdü ıskalamıştım: “BİLİYORSUN, KORKUTULMUŞ BİR KIZIN YÜREĞİNDEN FIŞKIRAN BEYAZ GÜVERCİNLERİ...”

 

Her gün aynı kalafat yerine çekilmesem de her sabah aklımda çakan günlerden farklı olarak dirlik düzenlik içinde yaşamaya yeminli olduğum tek gün (Dün Antalya Elektrik A.Ş'nin gecenin ikisinde elektriği kestiğini varsaymazsak tabii). Öyle ki bu günün özel bir hediyesi olmalı diye düşündüydüm. Dosya zarfı içine saklayıp dolabın arkasına attığım bazı metinlerden bir şeyler seçmeye çalıştım. Yazın pratiğim ve rutinim rezalet derecesinde olduğu için beceremedim. Yakın dostum Mustafa da "Birkaç güne siksen bitmez," demişti zaten. Bitmedi. Yine de aklımda yazılı olanların kağıda, ekrana düşmesini engellemeyecek elbette. Zaman var, bitecek. 

 

 

Zamanın çok olduğu günlerde dostlarımla sabaha kadar yaptığımız balkon sohbetlerinde -ki kedileri dirlik verdiği kadar- kendimi çok fazla şeye inandırdığım söylendi. Elbette ki kayda düşen bir tespit değil bu. Kayda düşsün istedim. Yaşamak için bir sebep aradığıma inandırıldım çünkü. Anlamsızlığın içinde bir anlam yaratma çabası. Ben hala o anlam yarattığıma inanmıyorum. Anlamı bulmuş olmak bile başlı başına bir direnme  çabasıdır cesur yaşamayışlarımda. O sebebe olan inancım da günden güne yok oluyor. O sebep hala çok özel, hala en derinlerde. O sebebin dünyaya düştüğü gün bu gün. Hayır, 17 Ocak 1944 değil. bugün. 17 Kasım. 

 

Öyle ki bu güne bir not bırakmak istedim. Çünkü notlarım, dileklerim hiçbir zaman yerine ulaşmayacak. Yine bir İsmet Özel referansıyla "İnsanlar hangi düny..." hayır, bu kadar İsmet Özel fazla. Beni de zehirlediği söyleniyor zaten.  En azından burada dursun, yine Mustafa'nın da dediği gibi: "Bir şekilde girişi yap da, gerisi toparlanır zaten."

 

 

Yine farklı bir şey söylemedim. Hiçbir zaman söylemiyorum. "Yumruğum çözülmeden" de değil üstelik, çözülüyor.  O zaman Morrissey söylesin. 

 

 

Masamda tuz lambası, yine bu şarkı; I'll never be anybodys hero now!


















Yorumlar